Lambalar
Daracık sokakları aydınlatan lambaların altı ısınmaya çalışan insanlarla doluydu. Kışın soğuğunu atlatmaya çalışan bu insanlar, bir yandan da mesken tuttukları bu yerleri korumaya çalışıyorlardı. Özellikle kış aylarında bir sokak lambasının altına yerleşmek kavga, gürültü, rüşvet hatta cinayet ile eş değer tutuluyordu. Lamba altını ele geçirenler ise daha önce olmuş olan olayları umursamadan hayatta kalmaya çalışıyordu. Ne güvenlik güçleri ne de yüksek otorite sahipleri bu işe bir el atmıyor, az imkanlarla yetinen bu insanları çeşitli görsel ya da yazınsal propagandalarla da galeyana getiriyordu.
Araba seslerinin artık hiç duyulmadığı geniş ve uzun caddeler boyunca afişler duvarlarda boy gösteriyordu.
“Işığınıza sahip çıkın! Yeni eviniz lambalarınız!”
Afişlerden boş kalan yerleri ise yeni ticari girişimcilerin ilanları süslüyordu.
“Karavancı Den! Hem lambanıza hem mallarınıza sahip çıkar! Tabii ki küçük bir pay karşılığında!”
Yerler ise yanmayan, yapışmayan hatta kırıştırılamayan kağıtlarla doluydu ve tarafsız bir gözle okunduğu zaman yüksek yerdeki insanların gaddarlığını gözler önüne seren yazılarla bezenmişti. Fakat bu dışarıda ısınmaya çalışan çoğu insan için sadece “iyi dilekler niteliği” taşıyan mesajlardı.
“Sizlerin sayesinde biz de hayattayız. Gelin hep birlikte bu zorlukları atlatalım! Lambalarımıza sahip çıkalım! Ne kadar lamba o kadar sıcaklık! Geleceğe birlikte adım atalım. Lambalar geleceğimize ışık tutsun!”
Hayatta kalmaya çalışan insanlar için bu tarz şeyler başlarda garipsenip isyanlara sebep olsa da, sökülen afişlerin aynı gecede yenilenmesiyle, dağıtılan propaganda kağıtlarının yakacak olarak kullanılmasına karşı gelmek için değiştirilmesiyle, lambaların verdiği sıcaklığın artırılmasıyla her şey sıradan bir hale gelmişti. Bunları kanıksayan insanların tek amacı lambalar altında hayatta kalmak olmuştu.
Lambaların altını mesken tutanların üzerlerindeki kıyafetler parçalansa, lambanın çevresindeki ev benzeri yapılar yıkılmak üzere olsa da umursamıyorlardı. Ancak lambanın küçük bir cızırtı yapması onları deli ediyor, yanlarından ayırmadıkları eşyalar ile bu lambaları tamire girişiyorlardı. Artık ısı ve ışık vermeyen sönmüş lambaları ise canla başla yeniden yakmaya çalışıyorlardı. Gerekli parçaları çevrelerindeki artık çalışmayan arabalardan, eski ev eşyalarından ya da karaborsadan temin ediyorlardı.
Eskiden elden ele dolaşan ve insanların canını verdiği paralar ele geçirildiği zaman yakacak işlev görüyor, her tipten teller karaborsadan bir şey temin etmek için para birimi olarak kullanılıyordu. İnsanlar bu tellere sahip olmak için madenlerde çalışıyor, eski eşyaları parçalıyor, eskiden yerleşim yeri olarak kullanılan yerlere eşya avı için gidiyorlardı.
Lambasının büyüklüğü, işlevliği ve genişliği toplumdaki insanların hangi rütbede olduğunu anlatır nitelikteydi. Lambası çok büyük olan kişilerin baş madenci olduğu, işlevi en yüksek olanların karaborsacı olduğu ve ışığı en geniş alana yayılanının başarılı bir eşya avcısı olduğunu herkes biliyordu. Bazıları gösteriş uğruna birkaç lambayı yan yana kurdurmuştu ve tellerle tutmuş olduğu kiralık adamları ile tek başına bir lambanın altında yaşıyorlardı.
Olaylı Gece
Gösteriş budalası tiplerden birinin korumalığını yapıyordu. Geniş sokağın başında, eski metronun dibindeki üç lambanın tam altında duruyor, elini belindeki sopadan asla ayırmıyordu. Gözleri ile sokağın geri kalan kısmını tarıyor, herhangi bir tehdit için hazır ol’da bekliyordu. Fakat bunu gecenin ilerleyen saatlerinde sevdiği için ya da metronun alt katında keyif içinde uyumakta olan efendisi için yapmıyordu. Tellere ihtiyacı onu bu duruma düşürmüştü. Tek istediği beş bin demir teldi. Ya da iki bin beş yüz bakır tel. Ya da beş yüz adet altın tel. Hepsi de aynı değeri taşıyordu ve hepsi ile de tek bir şey satın alınabiliyordu. Yeni bir lamba!
İstediği tek şey kendisine ait bir lamba ve boş bir alandı. Uzun zamandır bu metronun girişinde yaşıyordu ve kendisine sokak hayvanlarından bile daha kötü davranılıyordu. Bundan kurtulmak istiyor, kaderine ve kendisine küfretmeyi artık bir seçenek olarak bile görmüyordu.
Kafasını çevirip etrafına baktı. Kendisi gibi dört adam daha vardı ve kendisi ile birlikte tam bir çember oluşturuyorlardı. Ancak adamlar kendisi kadar iri yarı ya da kaslı bir vücuda sahip değildi. Çelimsiz de durmuyorlardı. Bir anlığına lambalara saldıranın kendisi olduğunu düşündü. İlk üçünü rahatlıkla yere sereceğine emindi. Ama son adamda bir sıkıntı olduğu belliydi. Oldukça rahattı ve herhangi bir saldırı aletini yanında taşımıyordu. Elleri ise kendilerininkinden biraz büyüktü. Yakın dövüşte ellerini kullandığını anlamıştı. Belki de diğerlerinin konuştuğu “yumruk sanatı” denilen şeye bu adam gerçekten de hakimdi. Onu hiç dövüşürken görmemişti ve şu anda da görmek istediğini sanmıyordu. Kafasını tekrar önüne çevirip sokağın ilerisine baktı. Birkaç topluluk büyüklü küçüklü lambaların altına sığınmıştı. Kimisi yemek yiyor, kimisi oyunlar oynuyor, kimisi de açık alanda çevrelerini umursamadan sevişiyordu. İstemsizce kafasını çevirip görmemeyi deniyordu ancak buna da engel olamıyordu. Onun yerine bir an önce sabah olması için içten içe dua ediyordu.
Bir anlığına onlara saldıranın kendisi olduğunu düşündü. İlk üçünü rahatlıkla yere sereceğine emindi. Ama son adamda bir sıkıntı olduğu belliydi. Oldukça rahattı ve herhangi bir saldırı aletini yanında taşımıyordu. Elleri ise kendilerininkinden biraz büyüktü. Yakın dövüşte ellerini kullandığını anlamıştı. Belki de diğerlerinin konuştuğu “yumruk sanatı” denilen şeye bu adam gerçekten de hakimdi. Onu hiç dövüşürken görmemişti ve şu anda da görmek istediğini sanmıyordu. Kafasını tekrar önüne çevirip sokağın ilerisine baktı. Birkaç topluluk büyüklü küçüklü lambaların altına sığınmıştı. Kimisi yemek yiyor, kimisi oyunlar oynuyor, kimisi de açık alanda çevrelerini umursamadan sevişiyordu. İstemsizce kafasını çevirip görmemeyi deniyordu ancak buna da engel olamıyordu. Onun yerine bir an önce sabah olması için içten içe dua ediyordu.
Sabah olduğu anda mesaisi bitecekti ve yerine başka kişiler gelecekti. Onunla birlikte başkaları da çeşitli işler için lambaların altından ayrılacaktı ve yola çıkacaklardı. Diğer mesaisi başladığında da sokağın içi tamamen değişmiş olacak ve az önce gördüğü insanların yerini başkaları ele geçirecekti. Yaptığı işten aldığı tek zevkin de bu olduğunu o an fark etti. Her akşam sokağa başkaları geliyor, her yeni gelen kişilerle tekrar tanışmak zorunda kalıyordu. Şehrin yarısından çoğunu da bu şekilde tanımış oluyordu.
Tanıştığı ya da tanışacağı kişilerle ilgili hayaller kurmak üzere iken küçük bir cızırtı duydu. Kafasını çevirip cızırtının olduğu yere baktı. Lambaların altından geliyordu bu ses. Başlarda umursamadı ancak cızırtı sürekli aynı tonda ve aynı aralıkta gelmeye başlayınca diğer adamlarla birlikte dönüp lambaların dibine bakmaya başladı. Lambaların gömülü olduğu toprağın aralıklarından küçücük ışıklar geldiğini fark etti.
“Bu da ne?”
Elini toprağa doğru uzatmak üzereyken sokağın diğer başından bir çığlık sesi yükseldi. Kadınlardan biri yerde çırpınmakta olan kocasına bakıyordu.
“Toprak! Toprak kocamı çarptı! Yardım edin!”
Topluluktan hiç kimse yerinden kalkıp adama yardım etme girişiminde bulunmadı. Hatta ellerinden geldiğince gözlerini kaçırmaya çalışanlar oluyordu.
Daha sonra başka bir çığlık daha duyuldu. Gözleri ile taradığı sokakta çığlığın geldiği yeri gördü. Az önce sevişen çiftin kadın üyesi lambanın dibine saplanmış çarpılıyordu. Adam ise feryat figan haykırıyordu.
“Lambalara dokunmayın! Dokunmayın!”
Adam çarpılmakta olan kadından geriye doğru kaçarken takıldı ve kolunun teki parlamakta olan toprağa saplandı. Tam o an da o da kadınla aynı kaderi paylaşmaya başladı.
Kafasını hızla çevirip elini uzatmakta olduğu yere baktı. Toprağın içindeki bir şey onu kendisine çekiyordu. Küçük taşların arasından çıkan ışık huzmeleri onu çağırıyordu.
“Uzat elini hadi! Bir şey olmayacak!” diyordu sanki.
Elini çekip ayağa kalktı ve dönüp sokağın geri kalanına bağırdı.
“Toprak! Topraktan uzak durun! Sakın dokunmayın! Toprak çarpıyor!”
Sokak sakinlerinin hepsi büyük bir telaş ile yerlerinde kalkıp kaçmaya başladılar. O ise adamlara dönüp efendilerini buradan kaçırmaları gerektiğinden bahsetti. Ancak adamlar bunu umursamayıp kaçacaklarken efendileri yattığı yerden çıkıp yanlarına geldi.
“Salaklar! Ne bağırıyorsunuz? Ne oluyor burada?”
Efendisinin yanına hızlıca gelip önünde diz çöktü ve cebinden çıkarttığı bir tel parçasını efendisine sundu.
“Efendim söz almak istiyorum!”
Efendisi tel parçasını alırken bir yandan da sokağın gürültüsüne bakıyordu.
“Anlat salak herif! Ritüelin sırası değil!”
Efendisine daha da yaklaşıp olanı biteni anlattı ve parlayan toprağı gösterdi. Efendisi de kendisi gibi elini uzatmışken onun elini yakaladı ve onu geri çekip tehlikeli olduğunu anlattı. Efendisi eşyalarını toparlamak için yerine dönerken bir yandan da kendisine bağırıyordu.
“Bana dokunmanın cezasını biliyorsun. Yirmi tel borçlusun!”
Efendisinin hazırlanmasını diğerleri beklerken, kendisi yakınlardaki yüksek bir binaya baktı. Yangın merdivenleri onun tarafındaydı ve kısa sürede binaya çıkıp diğer sokaklara bakabileceğini düşündü. Diğerlerine orada kalmalarını söyleyip yangın merdivenine doğru bir hamle yaptı. Etrafında çarpılmakta ve kaçmakta olan insanlardan zar zor sıyrıldı ve binaya ulaşıp yangın merdivenlerini tırmanmaya başladı. Tam en üst kata çıkmışken bir patlama sesi duyuldu. Dönüp bakmak yerine merdivenleri daha hızlı arşınladı ve tepeye ulaştı.
Şehrin geri kalanı parıldayarak kendisine bakıyordu ancak acı içinde de çığlık atıyordu. Kafasını çevirip patlamanın geldiği noktaya baktı. İki sokak yanlarındaki bir lamba havaya uçmuştu ve büyük bir duman bulutu orayı kaplıyordu. Bu alışılagelmiş durumlardan biriydi. Patlamalar hep olurdu ancak toprağın parlaması ve patlamanın büyüklüğü onu korkutuyordu. Ardından bir patlama daha oldu. Birkaç tanesi daha onu takip etti. Lambalar büyük bir gürültüyle ve rastgele patlıyordu. Ama ona korkunç gelen daha büyük bir şey vardı ki patlamalar onun bulunduğu sokağa yaklaşıyordu.
“Efendisi de teli de yerin dibine batsın! Kaçmam lazım buradan!”
Geriye dönüp geldiği yangın merdivenlerine bir hamle yaptı ve merdivenlerin demirini tutmak isterken toprağın parlaklığını demirlerin çatlaklarında da fark etti. Kafasını eğip aşağı baktığı an da merdivenlerin saplı bulunduğu toprağın da parıldadığını gördü.
“Siktir! İnmeye çalıştığım an çarpılırım! Ana merdivenler!”
Binanın çatısının tam ortasında aşağı açılan bir kapak olduğunu görmüştü yukarı çıktığında. Hızla oraya geri dönüp kapağı açtı ve aşağı baktı. Tehlikesiz olduğunu fark ettiği anda kendisini aşağı bıraktı ve en üst katın zeminine çakıldı.
Zar zor ayağa kalkıp içinde bulunduğu kata göz gezdirdi. Eski bir iş yeriydi ve çevresi yıkık dökük eşyalarla doluydu. İlerlemeye çalışırken zeminin sallandığını hissetti. Patlamalar devam ediyordu ve binaya oldukça yaklaşmıştı. Alt kata inen merdivenleri bulduğu zaman içindeki heyecanı daha da artmıştı. Kendisini merdivenlerden aşağı attı. Sarsıntılar devam ediyordu ve aşağı inerken yerinde duramıyordu.
Zemin kata ulaştığı zaman binaya giriş olarak kullanılan büyük bir çıkıntıdan dışarı çıktı. Sarsıntının giderek artması ile ayaklarını bastığı yere baktı. Taşlar ve asfaltların arası parlıyor ve ona sesleniyordu.
“Nereye kaçıyorsun?”
Taşların arasından çıkan ışıklar bir halat gibi onu yakalamaya çalışırken kendisini kurtardı ve açık alana koşmaya başladı. Yerin altındaki ışıklar ise onu takip ediyordu. Arkasına dönüp bir anlığına bakma gafletinde bulundu. Yerin altındaki ışıklar kendisinin bedenine benzeyen bir forma bürünmüş peşinden geliyordu. Görünen tek şey gülümseyen dudakları idi.
“Nesin lan sen?”
Önüne dönüp, koştuğu yere doğru baktı ve lambaların aydınlığının bittiği yeri fark etti. İçindeki adrenalini biraz daha destekleyerek karanlığın başladığı alana adımını zar zor attı. Arkasına tekrar döndüğünde kendisinin peşinde olan bedeni gördü. Tam dibindeydi ve kendisine bakıyordu.
“Az kalmıştı. Niye kaçtın ki?”
Kafasını eğip karanlığa bakınca ışıkların bittiği yere geldiğini gördü. Kendisini takip eden beden de çevresine ışık saçıyordu ama lambaların dışına çıkamıyordu. Bunu fark ettiği anda kafasını kaldırıp gülümsedi.
“Daha ileri gidemiyorsun öyle mi?”
“Bu bir şey değiştirmez. Işığa muhtaçsınız. Bir lambanın yanına elbet yaklaşacaksın!”
“Ne istiyorsun benden?”
“Kendini bana bırakınca anlarsın.”
Konuşmalarının tam ortalarındayken küçük bir kar tanesi gözlerinin önünden geçti. Parmağını kaldırıp kar tanesini yakaladı ve ışık bedene doğru üfledi. Kar tanesi onun yüzüne çarpıp eriyip gitti. Başka bir kar tanesi daha düştü. Diğeri de onu takip etti. Artık peş peşe düşmekte olan karlar vardı ve etrafı yavaş yavaş beyaza boyuyorlardı.
Bir süre birbirlerine baktıktan sonra arkasını dönüp karanlığa doğru yürümeye başladı. Işık beden ona seslendi.
“Benimle buluşacaksın bir gün.”
Karanlığın içinde kaybolurken kahkaha atıp kollarını açtı ve kendini karlar altındaki zifiri alana bıraktı.
“Bakacağız.”
Yazar: Ahmet T. Mengeş
Bilimkurgu ve Fantastik sever. Oyun bağımlısı. Vampir mitoloji gardiyanı. Garip ve bir o kadar da ukala. Amatör oyun geliştiricisi. Çok amatör.